Kundak | Konular | Kitaplar

Mert Fırat İntikam Dizisini Anlattı


Ocak ayında yayına girmesi merakla beklenen dizilerden biri hatta en heyecanla bekleneni intikam dizisi..dizinin konusundan çok oyuncu kadrsou dikkat çekiyor.. Mert Fırat, bu zengin prodüksiyonun zengin kadrosunun oyuncularından biri. Beren Saat ve Nejat İşler ile başrollerde olan Fırat “Rolü kabul ettiğimde daha kimse yoktu kadroda. Sonra gelen herkes arkadaşımdı. Bir tek Beren ile tanışmıyorduk. Gıkı çıkmayan, altın gibi bir insan” diyor. Genç oyuncu “İntikam”ın Amerikan yapımı “Revenge” dizisinin bir uyarlaması olmasının da avantaj olduğunu düşünüyor: “Baştan senaryoyu bilmek gibi bir lüksümüz var, bir de kıyaslanıp eleştirileceğiz. Yani bol bol yazılıp konuşulacak.”

Kanal D’nin yeni dizisi İntikam “merakla beklenen” sıfatını sonuna kadar hak ediyor. Son zamanlarda herkesin dilinde bu dizi var. Yavaş yavaş ayrıntıları belli oldukça merakımız da artıyor: “Beren Saat oynayacakmış”, “Amerikan televizyonlarında ‘Revenge’ ismiyle yayımlanan diziden uyarlanıyormuş”... Derken dizide Beren Saat’e eşlik edecek erkek başroller de belli oldu. Bir süredir ekranlardan uzak kalan Mert Fırat “İntikam” dizisinin Emre Arsoy’u olarak karşımıza çıkacak. “Kendi alanım” dediği sinemada daha dişe dokunur rollerde görmeye alışık olduğumuz Fırat “Dizi sektöründe her zaman rolünüzü seçemiyorsunuz, sinemada neyi oynayacağıma ben karar verebiliyorum” diyor. Ama bu sezon payına düşen Emre Arsoy’dan “Bu sene şanslıydım” diyecek kadar memnun. Dizideki partneri Beren Saat’le ise dizi öncesi tanışmıyorlarmış ama “elektrikleri” tutmuş: “Zaten daha önce birlikte çalışmışız gibi bir hissimiz var, Beren altın gibi bir insan ve gerçekten çok profesyonel.”

“İntikam” dizisinde Emre Arsoy karakterini canlandırıyorsunuz. Nasıl bir karakter olacak?

Emre Arsoy karakteri dizinin orijinalinde şair olmak isteyen bir çocuk. Biz Türkiye’ye adapte ettiğimiz için senaristimiz Berkun Oya bu konuda çok hassas davrandı. Aslında bizim kodlarımıza çok yakın bir hikayesi ve gidişatı vardı “Revenge”in. Yine de daha da böyle makul bir yere çektik; rahatlıkla anlaşılabilecek, empati kurulabilecek bir yere geldi. Karakter de bu doğrultuda biraz değişti tabii, biraz daha Türkiyeli oldu. Çevremizde duyduğumuz bildiğimiz, büyük ailelerin yurt dışında eğitim görmüş vârislerinden biri aslında bizim Emre de. Ailede dönen entrikalardan, olaylardan, annesinin-babasının hayatlarından, onların çevresinden mümkün mertebe uzak durmaya çalışan biri. O büyük davetlerden, seremonilerden uzak duruyor. Daha kendi halinde, kendi arkadaş çevresi var. Tam anlamıyla romantik biri. Arsoy ailesinin sözlüğünde romantizm kelimesi geçmiyor bile. Asla kalpleriyle hareket etmiyorlar. Kalpleriyle düşündükleri zaman da bunun vebalini çekmişler ve zaten dizi de bunun üzerine kurulu. Emre dominant bir anne baskısı altında yetişmiş. Babası ve annesi o kendini bildi bileli çatışma halinde. Varlık içinde büyümüş, hiç yokluk çekmemiş ama bir yandan ailesinin baskısını hissediyor. Kariyerini istediği gibi planlayamıyor. Sezon boyunca Arsoy ailesinin yarattığı ideal çocuğun, vârisin dönüşüm sürecini izleyeceğiz.

Orijinaline ne kadar sadık kalacaksınız?

Önümüzde güzel ve başarılı bir örnek var. Biz onun içinden bize göre olmayanları bir kenara bırakacağız. Benim oynadığım karakter orijinalinde canlandıran Josuha Bowman’ınkinden biraz daha farkındalığı yüksek ama gözü annesine olan aşkından kapanmış bir çocuk olacak.

Bu bir uyarlama iş olduğundan orijinaliyle kıyaslamalar olacaktır muhakkak...

Bir şeyi herkese beğendirmek imkansız. Özellikle daha önce yapılmış bir şeyi tekrar yapıyorsanız... Bütün dünyada böyle bu. Bence dizinin hayrına olacaktır bunlar. Bolca yazsınlar, eleştirsinler ne güzel. Hepsi de bize yarıyor, hani reklamın iyisi kötüsü derler ya... Hem de oradaki eleştiri yanlış bile olsa bakış açısı kazandırıyor, Bir de oyuncu da senarist de yönetmen de eleştiri seçmeyi bilmeli. Her eleştiri, olumlu ya da olumsuz, doğrudur diye bir şey yok. Sizi alkışlayanlar aslında sizi tehlikesiz bulanlar olabilir. Ne denirse densin arkasında çok büyük emek var bu işin.

Önceden izliyor muydunuz diziyi?

Bana teklif geldiğinde çok yeni başlamıştı dizi daha. Çoğu kişi benim de haberim yoktu diziden. Şimdi izledim hemen hemen bütün bölümlerini.

Bu diziyi neden seçtiniz?

Samimiyetle söyleyeyim birinci nedeni yapım ve benim oradaki çalışma şekline güveniyor olmam. Pelin hanımın ve ekibinin çok iyi işlediğini uzun zamandan beri biliyorum zaten. Birlikte çalışmak istiyorduk, daha önceki sezonlarda da görüştük ama kısmet bu sezona oldu. Bir de hikaye çok güzeldi. Dizinin içindeki bütün karakterleri beğendim. Hangisini oynarsın deselerdi, o dört erkeği de oynamak isterdim.

“Beren, hiç gıkı çıkmayan, altın gibi bir insan; Beren Saat demezsin yani, öyle düşün”

Başından beri Emre rolü vardı değil mi kafalarında?

Konuşuyorduk aslında. Emre de karakterlerden biriydi. Bir de D Yapım çok iyi casting yapıyor ve bunu sonucunu çok iyi alıyorlar. Kabul etmemdeki en önemli etkenlerden biri de Türkiye’de çok da sahip olmadığımız bir lüksü sunmasıydı. Genelde elimizde iki-üç bölümlük senaryoyla bir projeye evet ya da hayır demek durumunda kalıyoruz. Burada önceden hikayeyi dinlemek, 13-14 bölüm senaryoyu okuma gibi lükslerimiz oldu. Çünkü artık bu işler “Ya şöyle bir hikaye olmaz mı, ben bir sinopsis yazarım akşama, sen de yaz bir bölüm verelim bir kanala” diye yürümüyor. Bunu geçtik artık. 100 dizi yapılıyor senede ve 5 tanesi kalıyor bunların. Yüzde 5 bir sektör için utanç kaynağı.

Beren Saat’in kadroda olması etkili oldu mu?

Ben çok daha öncesinde evet demiştim, ben kabul ettiğimde kimse yoktu daha. Ama Beren Saat olduğu için mutluyum. Nejat’la (İşler) da çalışmaktan çok mutluyum; daha önce çalıştık zaten. Gamze’yle de (Kılınç) daha önce çalışmıştım. Zafer (Algöz) abi ile zaten muhabbetimiz vardı. Engin’i (Hepileri) tanıyordum. Hepsi arkadaşlarımdı. Bir tek Beren’i tanımıyordum yakinen. Ama ortak arkadaşlarımız vardı. Onlar bizi birbirimize iyi anlatmışlar, “İyi anlaşırsınız” demişler. Öyle de oldu hakikaten. Gayet iyi bir partnerim var yani hem oyunculuk ve disiplin anlamında hem insan olarak... Hiç gıkı çıkmayan, altın gibi bir insan. Beren Saat demezsin yani, öyle düşün (gülüyor).

Sizin karakterinizin ve Beren Saat’in karakteri arasında bir yakınlaşma olacak. Beren Saat’in canlandırdığı Yağmur aileye sızmak için Emre karakterini kullanacak. Karşılıklı çok sahneniz vardır diye tahmin ediyorum. Nasıl, elektriğiniz tuttu mu?

Tuttu tuttu. Ben çok memnunum. Zaten daha önce birlikte çalışmışız gibi bir hissimiz var. Yönetmenimiz Mesude Erarslan ile de öyle... O kadar doğru noktalarda müdahale ediyor ki... Yönetmen oyuncular arasındaki ilişki ve dengeye nasıl yaklaşırsa onların arasındaki ilişki ve denge öyle kuruluyor. Mesude bu anlamda çok doğru yönlendiren birisi. Daha önceki partnerlerinin de sorun yaşadığını düşünmüyorum. Çünkü Beren gerçekten çok profesyonel ve işin iyi olması için çabalayan bir insan.

“Yapacağım filmden para kaybedecek olsam bile yaparım”

Tipiniz müsait olduğu halde filmlerde “jön” karakterleri oynamıyorsunuz. Romantik komedilerde değil de “Atlıkarınca”, “Başka Dilde Aşk” gibi filmlerde görüyoruz sizi...

Herkesin idealleri vardır ya, hani bizim eski ustalara sorduğunda “Ben hayatımda hiçbir zaman istediğim şeyi yapamadım, hep ideallerimi gerçekleştirmek üzere çalıştım ama olmadı, para bulamadım” gibi bir cevap verirler. Onları görünce küçükken “Ben şimdiden idealim olan şeyleri gerçekleştirmeye çalışayım, sonucu ne olursa olsun” dedim. Yapacağım filmden para da kaybedecek olsam ya da kariyerimde sıkıntı yaratacak da olsa yaptım. Yani ensest, tacizi bir babayı oynayıp arkasından ya başka bir rol oynayamazsam kaygısına düşmedim hiç. Nitekim işte şimdi “İntikam” dizisinde evin sakin oğlunu oynuyorum. Oyunculuk da öyle bir şey zaten. Reklamda da dizide de oynadım ideallerim için ama hiçbirini gerçekleştiremedim dememek adına şimdiden bütçemizin el verdiği oranda İlksen (Başarır) ile birlikte şirketimizi kurup bizi heyecanlandıran, rahatsız eden şey neyse onu yapmaya çalıştık. Bir de bu sektörde her zaman seçemeyebiliyorsun oynayacağın rolü. Bu sene o açıdan şanslıyım mesela. Dolayısıyla sinema benim alanım oluyor. Orada neyi oynayacağıma, ne yapacağıma ben karar verebiliyorum.

Bir bankanın reklamında oynadığınız için sizi eleştiren yorumlar okudum internette. Filmleri finanse etmek için yapmanız gereken şeyler sanırım.

Aynen öyle. Ben eskiden de bu mantıkla düşünüyordum. Okulda da çeşitli çalışmaların içinde bulundum. Halkevlerinde çalışmalar yaptım. Arkadaşlarımızla bu tip konuları tartıştık her zaman; adına organize olmak deyin, örgütlemek deyin, planlamak deyin... Hiçbir şey maddi bir kaynak yaratmadan olmuyor. Bizim o filmleri parasız çekmemiz imkansız. Şu anda iPhone ile çektiğiniz filmi post-production’a götürüp 0 kopya ile bile çıksanız, bunun maliyeti 300 bin lira zaten. Ben İlksen ile birlikte iki tane film yaptım. “Atlıkarınca” mesela yurt dışında Türkiye’dekinden daha fazla seyredildi, birçok festivale katıldı, ödüller getirdi. Bunların hepsinin yanı sıra bize çok para da kaybettirdi zamanında. Böyle bir filme yatırımcı bulmama imkan yok bu ülkede, kimse bu riske girmez. Dolaysıyla ben reklam çekeceğim, dizide de oynayacağım tabii. O eleştiriyi yapan arkadaşları da çok iyi anlıyorum ama artık dünya düzeni öyle bir yerde değil. Artık o vizyonu biraz açıp gerçek dünya ile tanışmak lazım. Zaman geçiyor, idealler çok geride kalmaya başladı.

“Yeni filmimiz modern bir sanat yapıtı gibi olacak”

Yeni filmi ne zaman çekmeyi düşünüyorsunuz?

Haziranda çekeceğiz. “Sizden Küçük Bir Ricam Var” olacak adı muhtemelen. Çok sevdiğimiz yönetmen bir arkadaşımız var yavaş yavaş projenin içine giriyor. Sevdiğimiz kafalar birlikte bir şeyler yapıyoruz. Türkiye’de dijital sanat bağlamında gerçekten kendini göstermiş birkaç arkadaş var, onlarla çalışıyoruz. Film modern bir sanat yapıtına doğru gitmeye başlıyor yavaş yavaş. İçinde kullanılan argümanlar çok felsefik ama herkesin anlayabileceği basitlikte olacak bir yandan.

“Kelebeğin Rüyası” da yeni yılın ilk aylarında gösterim de olacak...

Şubatta sanırım, ben de kesin tarihi bilmiyorum. Benim çok içime sinen ve mutlu eden bir proje oldu. Lafın gelişi söylemiyorum kadroda herkesle çalışmak inanılmazdı... Yılmaz Erdoğan, Belçim (Bilgin), Kıvanç (Tatlıtuğ), Farah (Zeynep Abdullah)...

Siz de o film için kilo verdiniz değil mi? Sonra bu dizi için geri aldınız herhalde o kiloları?

16 kilo verdim ben. 82 kiloydum başladığımızda, çekime başlamadan önce bir 7 kilo verdim. Dört ay sürdü film çekileri,
o süreçte adam hastalandığı için 10-12 kilo kaybediyor, ben de verdim o kiloları. Sonra diziye başlamadan tekrar 8 kilo aldım.

“Ailem İtalyan formatında insanlar”

Sette, oyunda değilseniz ne yapıyorsunuz?

Setim yoksa oyunum oluyor. Ayda 10 oyun oynuyorum. Kalan günlerde setteyim. Geceleri de çalışıyorum. Geç de dönsem setten bir şeyler yazıyorum. Yeni oyunlara gidiyorum, yeni çıkan oyunları alıp okuyorum, elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Spor yapıyorum bol bol. Arada gidip kürek çekiyorum, at biniyorum, arada Belgrad ormanına gidiyorum.

Anne tarafından Çerkezlik, baba tarafından Araplık var. Çok renkli bir evdir diye tahmin ediyorum...

Güzeldi ya... Antakyalılar çok enerjik, sesli, gürültülü, İtalyan formatında insanlardır. Aslen Halepli bizimkiler. Her şeyi çok üstte yaşayan insanlar. Çok zengin bir kültürü vardır, hem sanat hem sosyal hayat anlamında. Mutfak çok zengindir. Bizimkiler de öyleydi. Bana bir renk kattığına inanıyorum. Melezliğimi onlara borçluyum (gülüyor). Benim kız kardeşim de çok acayiptir. Onun karıştığı yerleri görürsün, “şurası Çerkez tarafı” diye... O da oyuncu, daha çok tiyatro yapıyor.

Milliyet